1 Haziran 2015 Pazartesi
Bandırmadan feribot akşam kalkacağı ve önümde de fazla yol olmadığından akşam yatarken sabah biraz geç kalkıp kahvaltıyı yaptıktan sonra yola çıkmayı planlamıştım ama adeta alarm kurmuş gibi yine erkenden uyandım. Biraz yatakta döndüm, sonunda rahat edemeyip kalktım. Yaralarım kabuk bağlamış, pek acımıyordu. Terliklerle kahvaltı salonuna gittim. Öğretmen evinde kahvaltıyı seviyorum insan istediğinden istediği kadar alabiliyor.
Artık bırakmamak için tabağıma fazla bir şey almam, doymazsam kalkar bir daha alırım ama genellikle aldıklarımla doyuyorum. Çayın sınırsız oluşu benim gibi çaykolik birisi için bulunmaz nimet. Çaykoliğim diyorum ama turda günlerce çay içmesem aramam. Yaşamımda hiç bir şeyin tutsağı olmadım.
Salon boş. Arka masamda Karı koca, anneleri olduğunu tahmin ettiğim bir aile ve birde çocukları var. Bir başka köşede de 2 kişi kahvaltı yapıyordu. Çocuk çok mızmız sürekli vızırdıyodur. Kadınlardan ileri yaştaki ile gelini olduğunu tahmin ettiğim genç olanı sürekli birilerini çekiştiriyorlardı, kendilerini dedikoduya öylesine kaptırmışlardı ki çocukla ilgilendikleri yok. Belkide çocuğu duymuyorlardı. İçime daral geldi. Herhalde insan kendi çocuğu ve torununun sesinden rahatsız olmuyor. Bende koca salonda bula bula hemen arkalarındaki masayı bulmuşum. Şeytan kalk başka masaya git diyor.
Benzer bir durum Erzurumda akşam yemeği için Oğuzla gittiğimiz dönercide olmuştu. Yan masadaki çocuk sürekli yalandan ağlayıp ilgi çekmeye çalışıyordu. Allahları var anne ve babası bunlar gibi ilgisiz değillerdi ellerinden geleni yapıyorlardı çocuğu susturmak için ama başarılı olamıyorlardı. Sonunda dayanamayıp tabağımı, çatalımı, bardağımı alıp aksi köşedeki boş masaya taşınmıştım.
Sonunda kalkıp gittiler, salon sessizliğe büründü. Çayımı karıştırırken fincandan çıkan ses salona yayılıyordu.
Kahvaltının ardından giyinip üzerimden çıkan giysileri çantama yerleştirdim. Artık yola çıkabilirdim. Aşağı inip dün çamaşırhane girişine bıraktığım bisikletimi ve çantalarımı alıp dışarı çıktım. Artık yola çıkabilirdim.
Bu gün Manyas gölünün kıyısından geçip köy yollarından Bandırmaya gitmeyi planlamıştım ama sabah kalktığımda dün düşüp yaralandığım için bu gün kendimi yormamak için ana yoldan devam edip Ekincik sapağından saparak geldiğim yoldan Bandırmaya gitmeye karar verdim. Ana yolda daha az tırmanış var ve zemin elbette köy yollarına göre daha düzgündür. Üstelik birde 10 km kadar daha kısa. Son anda köy yollarının cazibesi ve Manyas gölünün bu kıyısını görebilme fikri ağır bastı ve GPS teki haritada kayıtlı olan köy yollarından geçen izi bulup rotaya girebilmek için o tarafa doğru devam ettim. Bir daha bu tarafa ne zaman gelip buraları görecektim.
Gidiş ile gelişi aralarından geçen sulama kanalının ayırdığı bir ana yola çıktım. Buradan sonra sola devam etmem gerekirken yolu biraz kısaltabilmek umuduyla karşı sokağa girdim.
Ara sokaklarda bir süre ilerledikten sonra yeniden ana yola çıktım. Boşuna girmişim o sokağa hem insan hızlı hareket edemiyordu hemde umduğum gibi yolu kısaltmadı. Boşuna zaman kaybettim.
Yol çok güzeldi, asfalt kaymak gibiydi ama kamyon trafiği çoktu. Az sonra benim gideceğim yol bu yoldan ayrıldı. Gidişli gelişli, emniyet şeridi olmayan bir yolda kamyonların cirit attıkları bir yolda devam etmeye başladım. Herhalde kamyonlar sabah olduğundan üreticiye süt toplamaya ve tavuk çiftliklerine gidiyorlardı.
Yolculuk hiçte beklediğim gibi keyifli geçmiyordu. Ana yolu kullanmadığım için pişman olmuştum. Üstüne üstlük karşıdan esen sert rüzgar oldukça zorluyordu. Marmara bölgesinde yazın rüzgar genellikle öğlene doğru başlar ve akşam gün batımına kadar devam eder ama bu gün adeta benim yola çıkmamı bekliyormuşçasına erkenden başladı. Bir süre sonra haritadaki izin sola saptığını gördüm. Galiba trafikten ve rüzgardan kurtulacağım. Yokuş başladı, Allahtan kısa kısa kademeli olarak yükseldiğinden insanı zorlamıyor, üstelik karşıdan esen rüzgarı da biraz kesiyor. Bisikletçiler yokuş çıkmayı pek sevmezler ama ben çok seviyorum, hele böyle karşıdan esen rüzgarda kurtarıcım oluyor. Yola çıktıktan 13 km kadar sonra sapağa geldim. Sapakta yerde Üzerinde Asmalıdere yazan paslanmış bir tabela duruyordu. Uzaktan özellikle de araçla giderken görmek imkansızdı.
Buradan sapmak istemezseniz yola devam edip Bayramiç'i geçtikten sonra Akçaovadan sola sapıp benim saptığım yola göl kenarında bağlanabilirsiniz.
Kamyon trafiğinden kurtuldum diye bir hevesle saptığım yolda az sonra dün düştüğüm yol gibi çukurları doldurmak için mıcır döküldüğünü görünce tedirgin oldum ve hafif bir yokuşla aşağı doğru devam eden gevşek zeminli yolda bir kez daha kayıp düşmemek için hızımı azalttım. Çok temkinli ilerliyordum.
4 km kadar sonra mıcırlı yol bitti. Artık soğuk asfalt köy yolunda yeşillikler arasında sıfır trafikte mutlu bir şekilde ekili tarlalar arasında pedal çeviriyordum.
Yol beni Asmalıdere köyüne getirdi. Köyde pek kimse görünmüyor. Bu köyden sonra yol Manyas gölüne kavuşacak.
Köyden çıktıktan sonra kendimi yeniden tarlaların arasında buldum ve köyde neden kimsenin ortalıkta görünmediğinin yanıtını da buldum. Kadınlar tarlada çalışıyorlardı. Tarlalardan birinde yola yakın bir yerde kadınlar erzaklarını yere sermişler öğle yemeklerini yiyorlardı. kendilerini selamlayıp yola devam ettim.
Başaklar sararmaya başlamışlar yakında hasat başlar.
Biraz daha gittikten sonra ortasında tek bir ağaç bulunan beyaza bürünmüş bir tarlanın yanında durdum. Bu iki öğe çocukluğumu aklıma getirdi. Dedemlerin tarlalarının her birisinde ortada bir ağaç vardı. Bunun nedeni tarlada çalışanların arada bir soluklanabilecekleri gölge bir alan oluşturmak olmalı. Tarla ekili olan soğanların tohuma bırakılmaları sonucu tohumların oluşturduğu beyaz toplarla bembeyaz olmuş. Bu görüntüyede çocukluğumdan aşinayım.
Yeniden bir köye geldim. Bu köydeki durumda diğerinden pek farklı değil, sokaklar boş.
Köy çıkışında göl göründü.
Göle akan dere doğal liman olarak kullanılıyor. Balıkçılar tekneleri dalgadan, fırtınadan korumak için dereye sokup kıyıya bağlamışlar.
Bir süredir ayak kullanmadığım için bisikletimden indiğimde yol kenarında yere yatırıyorum. Ayak varken de rüzgarda bisiklet devriliyor, yere sert şekilde çarpıyordu, artık kendim nazikçe yatırdığımdan hiç olmazsa yere çarpıp zarar görmüyor.
Pedal çevirirken yol kenarındaki dikenlerin parlak renklerinden gözlerimi alamıyordum. Sonunda durup fotoğrafını çekmeye karar verdim.
Gölle yol arasında yer yer geniş düzlükler var. Bu tarafa bir tur yapmak isterseniz konaklama konusunda sıkıntı çekmezsiniz.
Dereye sarkıtılan sayısız hortumlara bağlanmış pompalarla tarlaları sulamak için su çekiliyor. Buradaki köylüler şanslılar, su ihtiyaçlarını bu şekilde karşılayabiliyorlar ama DSİ veya bilmiyorum hala var mı yoksa kapatıldı mı kapatılmadıysa YSE sulama kanalı yapıp tarlalara su temin etseydi daha hoş olurdu diye düşünüyorum. Bunun bir örneğini dün Gönene gelirken geçtiğim yolda görmüştüm.
Yukarıdaki fotoğrafı çekerken bir köylü arabası ile geldi ve dereye sarkan hortumlardan birisinin bağlı olduğu pompayı çalıştırdı. Yanına gittim sohbete başladık. Yolun solunda içerideki bir köyde yaşıyormuş. Tarlasını sulamak için pompayı çalıştırmaya gelmiş. Sebze yetiştiriyorlarmış. Konuyu yoldan geçenlerin tarlalardan sebze meyve toplamalarına getirip yola taşan bir dal varsa oradan meyve koparırım ama asla tarlaya girmem, hatta elimi tarla sınırından içeriye bile uzatmam çünkü o üründe emeğim yok, başkasının emeğine göz dikmem dedim. Birkaç tane koparmaları sorun değil ama bazen ellerinde poşetlerle tarlaya giriyorlar dedi ve devam etti, bir gün tarlaya geldiğimde bir karı kocanın arabalarını yolun kenarında durdurup ellerindeki poşetlere domatesleri koparıp doldurduklarını gördüm kadın beni görünce utanıp tarlanın sahibi siz misiniz diye sordu, hiç yanıt vermeden devam ettim dedi.
Karşıda Gölyaka görünüyordu.
Köye yaklaşırken gölün kenarındaki düz otlakta büyük hayvan sürüleri göründü. Ardahandan sonra ilk kez bu kadar büyük sürüleri görüyorum.
Hayvanların hepsi iri ve iyi beslenmiş. Bizim yerli ırka hiç benzemiyorlar.
Ben sürünün fotoğraflarını çekerken meraklı bir düve beni izliyordu.
Burada da köyün girişindeki dere balıkçı barınağı olarak kullanılıyor. Bu bölge fotoğraf meraklıları içinde bol malzeme barındırıyor.
Köydeki kahvenin önünde güneşlenmek için dışarıda oturan köylüler nedeniyle boş masa kalmamıştı. İçeri girdim. İçerisi loş ve serindi.
Çayımı içip soluklandıktan sonra gölün kenarına gittim. Rüzgar oldukça şiddetlenmişti.
Köyden çıkmamla karşıdan esen sert rüzgarla baş başa kaldım. İlerlemem çok zor oluyor neredeyse bisiklet durdu duracak. Çevremde tepeler var ama henüz çok uzaktalar. Gözüm haritadaki izde, bir umut yolun sağa yada sola dönmesini umuyorum.
Ortasında yine tek bir ağaç olan kanola tarlası.
Arada bir hafif yokuşlar çıkıyorum, inanın yokuş çıkma hızım düz yolda gittiğimden daha yüksek oluyor.
Asfalt yol yine mıcırlı bir yola dönüştü. Rüzgarla mücadelem yetmezmiş gibi birde mıcırla mücadele edeceğim. Bu yola sapmakla galiba hata ettim.
Gölyakadan uzaklaştım ve biraz yükseldim. Tam tepedeyim, her tarafım açık. Fotoğrafı çekerken ayakta durmakta zorlanıyorum.
Haritada bu mıcırdan kutulabilmek için başka bir yol ararken bir süre sonra mıcır yeniden hafif bir inişle devam eden düz asfalt yola bağlandı.
Ardından tekrar kurtarıcım olan hafif yokuş başladı.
Yol ileride bir tepeye tırmanıyor. O yokuşa kadar rüzgarla mücadelem devam edecek. Rüzgarla boğuşmaktan çevreye karşı olan tüm konsantrasyonumu kaybettim.
Yokuşun tepesine geldim. Az ileride bir benzin istasyonu var. Önündeki direkte asılı olan bayrak rüzgarın yönü ve şiddeti hakkında bilgi veriyor. İleriye baktığımda rüzgara karşı mücadelemin uzun süre devam edeceğini görüyorum. Yol buradan sonra aşağı iniyor ama ileride yeni bir tırmanış beni bekliyor. Bandırmaya kadar mola vermeyeceğim.
Sonunda yol ana yola bağlandı. Artık Bandırmanın girişine geldim. Karşıda ilginç mimarisi olan bir cami vardı. Ben simetri esas alınarak yapılan bu camiyi mimari açıdan hoş bulmadım ama yine de değişik bir çalışma olmuş.
Karar sizin.
Bandırma ana jet üssünün az ilerisindeki kavşaktan yoğun kamyon trafiği nedeniyle yolun kenarındaki yaya geçidini kullanarak sola dönüp Bandırmaya girmeye karar verdim.
Bandırmaya girdiğimde beni yoğun trafik ve önümüzdeki hafta sonu yapılacak genel seçimler nedeniyle caddelere asılan parti flamaları karşıladı.
Sabah kahvaltısından sonra gün boyu yemek yemedim. Dönercilerden birisinin önündeki masalardan birisine oturup yemeğimi ısmarladım. Karnımı doyurduktan sonra Bandırma sahilinde dolaşmaya başladım. Feribotun kalkmasına daha çok zaman var.
Burası Bandırmanın asma köprüsü.
Rüzgardan korunmak için Feribot iskelesinde beklemeye karar verdim. İskelenin önündeki kaldırıma belediye çok güzel renklere sahip gül fidanları dikmiş.
İstanbula geldiğimizde hava kararmıştı. Sahiy yolundan eve giderken mehtap denizi aydınlatıyordu.
Şehrin üzerine çöken karanlık bile slüeti bozan tartışmalı garabet binaları gizlemeye yetmiyordu.
Böylece bir turun daha sonuna geldim. Bisikletimle yine aklımdan hayalimden geçmeyen yerleri gidip gördüm. Bu yıl için başka bir bisiklet turu yapmayacağım. Önümde ilk kez sırt çantası ile yapacağım Kaçkar ve Gürcistan turu var. O turlarda yeniden görüşmek üzere hoşçakalın.
Bu günkü yol haritam:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder